
Su hayat mı ticari bir meta mı?![]()
Önümüzdeki Mart ayında Dünya Su Konseyi'nin organizasyonunda İstanbul'da düzenlenecek "5. Dünya Su Forumu"na alternatif olarak, Dünya Su Konseyi'nin politikalarına karşı "Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu" da etkinlikler düzenliyor. Suyun bir meta olmadığını, halka kamu eliyle ve kar gözetilmeksizin götürülmesi gerektiğini belirten platform yetkilileri, zaten azalmakta olan temiz suyun tüm canlılar için adaletli bir şekilde dağıtılması gerektiğini söylüyorlar. "5. Dünya Su Forumu"yla aynı tarihlerde kendilerinin de etkinlikler düzenleyeceğini belirten yetkililer, eğer su metalaşır, ticarileşirse, petrol savaşlarında olduğu gibi yakın bir gelecekte insanları, su savaşlarının beklediğini söylüyorlar. "Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu" yetkililerinin, Dünya Su forumu ve onun politikaları hakkında yaptıkları açıklama ve değerlendirmelerini dosyamızda okuyabilirsiniz. Mart ayı yaklaştıkça, ortalık ısınmaya başladıkça biz de okurlarımıza soralım; Su hayat mı ticari bir meta mı? TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı'nın basına yaptığı açıklama özetle şöyle: "Kamu hizmeti olarak tanımlanan su, yaşamın vazgeçilmez unsuru ve yerine bir başka şeyin ikame edilemeyeceği bir doğal kaynaktır. Her insan, sağlıklı ve güvenilir suya erişme hakkına sahip olmalıdır... Su gibi toplumsal bir değerin, hayatın vazgeçilmez unsurunun, küresel su şirketlerinin kâr hesaplarının insafına, gelişmiş kapitalist ülkeler arasındaki egemenlik çekişmesine terk edilmesi düşünülemez. Öncelikle suya erişmenin bir insan hakkı olduğu kabul edilmeli ve suyun kamu yararı ilkesi doğrultusunda ve kar gözetilmeden olabildiğince ucuz olarak yurttaşın kullanımına sunulması sağlanmalıdır. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için su yönetiminin kurumsal yapısının oluşturulmasında bu hizmetin bir kamu hizmeti olduğu ve kamu yararı anlayışı ile ulusal çıkarlarımız gözetilerek ele alınması gerektiği mutlaka dikkate alınmalıdır. Kendisini 'Dünya su güvenliği için çok yönlü uluslararası bir ortaklık' olarak tanımlayan 'Dünya Su Konseyi' 300 üyeli uluslararası bir kuruluştur. Ana programının oluşmasında su sanayi diye anılan çokuluslu şirketler ile Dünya Bankası'nın görüşleri ağır basar. Su sorununu neoliberal dünya görüşüne göre algılayan Dünya Su Konseyi'nin temel çözüm önerisi şudur: Gelişmemiş ülkelerde kentlerdeki yüksek nüfus artışı su kaynakları üzerinde aşırı baskı getirmekte, su sunumunda kıtlık yaratmaktadır. Maliyetinin altında, yapay olarak düşük fiyatlandırıldığı için su tüketiminde israf olmaktadır. Devlet ve yerel yönetimler, düşük yatırım, popülizm ve yolsuzluk nedenleriyle bu işi becerememektedirler. Güvenli su üretimi, dağıtımı için özel sektörü, bu işe ortak yapmak, açıkçası bu işlevleri özelleştirmek gerekir. Uzunca uğraşılar sonrası emek ve meslek örgütleri, siyasi partiler, dernek ve platformdan oluşan 38 kurum, 2009 Mart'ında İstanbul'da düzenlenecek Dünya Su Forumu'na karşı bir araya gelerek, Dünya Alternatif Su Forumu'nu İstanbul'da toplamak üzere 'Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu'nu oluşturduk. Bizler, ülkemizi laboratuar gibi kullanıp, özel sektöre dayalı su sistemlerini ülkemize dayatmaya çalışanlara, alternatif etkinliklerle cevap vereceğiz". "Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu" adına TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Sekreteri Tores Dinçöz'ün açıklaması ise şöyle: "Krizin şiddetlenmesiyle, başta Orta Doğu olmak üzere bütün doğal enerji koridorları emperyalistler arası paylaşımın konusu haline getirilirken; dünyamızda canlı hayatın sürmesinin en temel unsuru olan su bile alınıp satılan bir piyasa malı haline getirilmiştir. Birleşmiş Milletler 1977 yılında suyun insan hakkı olduğu kararı almış, 1992 yılında suyun alınıp satılabilen bir meta olduğuna karar vermiştir. 1996 yılında oluşturulan Dünya Su Konseyi aracılığıyla çok uluslu şirketler ve özel sektör temsilcilerinin ülke politikacıları ve yerel yöneticileri ile işbirliği sonucu 'su' bütün dünyada talana açılmıştır. Dünya Su Konseyi'nin gerçekleştirdiği Dünya Su Forumlarının hepsinde Dünya Su Konseyi'nin amacı tüm dünyada ve ülkemizde tüm suların (su kaynaklarının, akarsuların, göllerin, barajların, şehirlerin su dağıtımının) özelleştirilmesini sağlamaktır. Suyu satın almaya gücü yetmeyen milyonlarca köylü ve çiftçinin topraklarından koparılarak büyük kentlere zorla göç ettirilmesinin sonuçları, yığınsal işsizliğin ve sefaletin doruğa çıkması, çarpık kentleşmenin en uç noktaya ulaşması ve dolayısıyla kentlerin gecekondu mahallelerinde daha da çekilmez boyutlara erişecek olan suya erişim hakkı ihlalleriyle özetlenemeyecek kadar ağır ve yıkıcı olacaktır. Dünyadaki ve ülkemizdeki su politikalarının iyi izlenmesi ve gündemde olan özelleştirmelere tavır alınması amacındayız. Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Beyza Üstün; "Su hizmetlerinin özelleştirilmesi bir ticarileştirmedir" Suyun ne bize ne de şirketlere ait olduğunu suyun tamamen doğaya ait olduğunu söyleyen Beyza Üstün, eğer biz o doğayı korumazsak bugün buradayız yarın taşınmak zorunda kalırız diyor. "Sonra hep beraber sıkışırız. Sonra paramız konuşur. Peki bittiği zaman neyimiz konuşacak?" diyen Üstün, "o zaman savaşları, suya erişenlerle erişemeyenler arasında izliyor olacağız" diyor. SÇ: Sizce Dünya Su Forumu'nu nedir ve ne yapmak istiyor? Beyza Üztün: Dünya Su Forumu'nu ortaya çıkaran ilk adımlar 1992 yılında İrlanda'nın başkenti Dublin'de atıldı. Burada "Su"yu ticarileştirmeye-metalaştırmaya dayalı bir strateji geliştirildi. Sonra Brezilya Rio'da yaptıkları toplantıda, bu stratejiye bağlı olarak suyun ticarileştirilebilir bir meta olduğu tanımı getirdiler.Yani suyun fiyatlandırılabilir bir mal olduğu tanımı yapıldı. Daha sonra 1996?da Dünya Su Konseyi kuruldu ve suyun ticarileştirilmesine ilişkin tüm stratejiler Dünya Su Konseyi?nin vizyonuna girdi. 2000 yılında Lahey'de de düzenledikleri toplantıda da bu vizyonlarını ilk defa deklare ettiler ve uygulamaya geçireceklerini duyurdular. O tarihten sonra da her 3 yılda bir değişik ülkelerde Dünya Su Forum düzenliyorlar. SÇ: Dünya Su Konseyi kimlerden oluşuyor? Beyza Üstün: Dünya Su Konseyi, ağırlıklı olarak küresel su şirketlerinin sponsorluğunda kurulmuş bir örgüt. Bunlar arasında; Suez, Times Water şu an bir Alman şirketiyle birleşti RWE oldu, Fransız Veolia gibi küresel su şirketleri yer alıyor. Tabi su şirketlerinin yanı sıra suyla ilgili işleri yapan inşaat, enerji gibi sektörlerin büyük şirketleri de var. Bu küresel su şirketlerinin tam olarak kimler olduğuna Konsey'in web sayfasından da bakılabilir. SÇ: Suyun ticarileştirildiğini, metalaştırıldığını söylüyorsunuz. Bu nasıl uygulanıyor? Beyza Üstün: Metalaştırmanın uygulamaya konulan bir yığın boyutu var ve bunun için Türkiye bulunmaz bir ülke. Su hizmetlerinin özelleştirilmesi bir ticarileştirme uygulamasıdır. Bunu İzmit'te Times Water' Bir şirket çıkıyor, su hizmetini sizin kurumunuz beceremiyor ben getireyim diyor. Bu hizmet ona özelleştiriliyor ve o da evinize kadar getiriyor. Bunun getirme bedelini sizden istediği oranda alabiliyor. Çünkü ona bağlı. Ben çok masraf ettim diyebiliyor. Ucuna bir kontörlü sayaç da koyuyor, sizden peşin para da alıyor, sonra kontörüne zam yapıyor. Siz bunun farkına bile varamıyorsunuz. Ondan sonra o sayacı değiştirme hakkı da şirketin olduğu için sayaçları değiştiriyorum diyor ve siz hiçbir şey yapamıyorsunuz. Oysa kamuda bunun için yasal haklarınız var. Şirketle böyle bir yasal hakkınız yok. Paranız varken bunları ödeyebiliyorsunuz, peki paranız olmazsa ne yapacaksınız? Ya gece yarısı bir kuyu kazacaksınız ya da Bolivya'da, Koçibamamba'da (Cochomamba) olduğu gibi yağmur suyunu tutmak için çatınıza leğenler koyacaksınız. Fakat Koçibamamba'da o da mümkün olamıyor çünkü şirket hemen güvenliğini gönderiyor ve sen benim suyumu çalamazsın deyip yasaklıyor. Doğru ya onun suyu! Bir diğer ticarileşme boyutu; hangi ekosistemden, hangi zararlara uğratılarak, ne tür hijyen koşullarında sağlandığını bilmediğimiz evlerimize gelen ve parasını ödediğimiz sularla ilgilidir. Halbuki insanın, hepimizin hakkı eğer bir yerleşkeye sahipseniz, çeşmesinden akan suyu içmektir. Çeşmeden akan suyu içmeniz gerekiyor. Ama böyle bir şansınız yok artık. Bu da bir ticarileşme boyutudur. Bakın zaten biz neleri kaybettik... Şebekeden gelen su artık sizin kullanım kriterinizde gelmiyor. Diyeceksiniz ki ben içmiyorum, ama yıkanıyorsunuz. Ağzınızı, yüzünüzü yıkıyorsunuz, tuvalete giriyorsunuz. Sadece bir tek örnek vereyim, içme suyu arıtma tesislerinde alüminyum sülfat kullanılır. Alüminyum sülfatın bir alzaymır (Alzheimer) nedeni olduğunu biliyor musunuz? Büyükşehirlerdeki alzaymır artışlarına bir bakın... Ayrıca kamuda görev alanlar halka bu hizmetleri vermek zorundalar. Eğer burada bir kenti yönetmeye kalktılarsa o hizmeti vermek zorundalar. Ama sizi farklı farklı liralarda, farklı farklı boylarda bulabileceğiniz sularla karşı karşıya bırakıyorlar. Hatta belediyeler kendileri yapıp satıyorlar. Bunu da ben hiç anlamamışımdır. Zaten görevi bu hizmeti vermek olan bir kurum, ben bu işi beceremiyorum ama bakın size daha paralı bir şey satacağım ve bunu daha iyi beceriyorum nasıl diyor anlayamıyorum. Öte yandan su havzalarının satışı için yasa hazırladılar, bekliyor. Yerel yönetim seçimleri bittiği an, meclisten geçirecekler. Ha bu arada satmıyorlar mı? Satıyorlar. Hiç haberiniz bile olmuyor. Mesela Büyükçekmece havzasında yer altı suyunu bir şirket 49 yıllığına satın almış. Kimileri buna kiralamak diyor ama benim bu kiralamaya aklım basmıyor. Ne olacak canım 49 yıl sonra havzanızı size geri verecek, panik yapmaya gerek yok. Ancak bir tarım ülkesinde su havzalarınızı satmaya kalkarsanız, halk itiraz eder. Bunun için bir senaryo yazmaları gerekiyordu ve senaryolarını yazdılar. İstanbul halkı susuz. Barajlarımızdaki su azalıyor, azalan suyu takviye etmeliyiz. Nerden? Öbür taraftan. Öbür taraf neresi? Suyu akan bir dere. Örneğin Melen. Melen?den su getirmek İstanbul halkının su ihtiyacını karşılamak değildir. Burada başka bir farkındalık yaratıyorlar. Su, doğalgazı getirdikleri gibi borulanarak taşınabilir, kilometrelerce götürülebilir, şişelenip satılabilir de. Su, bir havzadan başka bir havzaya, insan hakkı nedeniyle taşınabilir. Hangi insan hakkı? İstanbul'da yaşayan insanların hakkı. Melen suyunu alan tarım işçisine, çiftçiye ne oldu? Onun hakkı yok. Melen suyunda yaşayan canlılara ne oldu? Onun da hakkı yok... Zaten onlar konuşamıyorlar... Hidroelektrik santralleri kurdurmak üzere su kaynaklarını, dereleri de satıyorlar. Eğer bir çiftçi 3 metrekarelik bir toprağında üretim yapar da es kaza yanından akan suyu almaya kalkarsa, diyecekler ki kusura bakma, bu derenin sahibi benim, sen öyle babanın hayrına buradan su alamazsın. Ben pompanın ucuna sayacımı takacağım, paranı ödeyip öyle al. Bakın bir ticarileşme boyutu daha. Bir günde 600 HES proje başvurusunu kabul edip onayladılar. Karadeniz'de, derelerin üzerinde HES işletme ruhsatı almış yüzlerce şirket var. Ama Karadeniz halkı sokmuyor... Bütün HES'lerden ve barajlardan elde edilen enerjinin, bizim enerji gereksinimlerimizin ne kadarına karşılıyor diye baktığınızda, konunun uzmanı arkadaşlarımız binde 7'lik bir değer veriyor. Kayıp ve kaçaklara baktığınızda ise bu oran % 30'ları aşmış durumda. Acaba biz kayıplarımızı gidersek daha doğru olmaz mı? Ya da güneş enerjisi, rüzgar enerjisi gibi Türkiye'nin çok zengin olduğu yenilenebilir enerji kaynaklarını yaşama döndürsek daha uygun olmaz mı? Güneş enerjisinde bağımsızlık kazanıyorsunuz. Yani hücreyi alıyorsunuz sonrasında şirkete bağlı değilsiniz artık. Ticarileşme boyutuna uymuyor. Dolayısıyla Türkiye'de sadece nehirler, göller, yer altı suları satılmıyor, onların geçtiği arazilerin, arazi kullanım hakları da satılıyor. HES'i alan bir şirketin, ruhsatını Artvin'de siyanürlü altın arama ruhsatına çevirdiğini de biliyor musunuz? Aldığı bölgede tesadüfen de altın var. Ancak şirket gene da oraya giremiyor, çünkü Artvin halkı izin vermiyor. Karbon ticareti getirdiler. Kotalar koyarak, kirletme hakkını verdiler. Buyurun kotanız kadar kirletin dediler. Büyük kirleticiler ne yaptı? Kota satın almaya başladılar. Yani kirletici kirliliği ile ilgili bir sınırlama getirmeyip, kirletin ödeyin dediler. Evet şimdi kirleten kotası dolunca kota satın alıyor. Kirli üretimini devam ettirebilmek için kotası dolmamış ya da kotası düşük olan yerlerden kota satın alıyor ama kirletmeye devam ediyor. Bir başka yol da yine kirli üretimini, sen bu işi beceremiyorsun diyerek Türkiye gibi ülkelere göndererek orada ürettiriyor. Lütfen son 10 yılda Türkiye'ye gelen yabancı üreticilerin, üretim çıktılarına bir bakın. Doğanın baş edemeyeceği zorlukta çıktılardır. Yani kota satın alması bir tarafa, kendi kirli üretimini başka bir yere gönderiyor. Denetimlerin daha zayıf olduğu, daha kolay davranabilecekleri yerlere gönderiyorlar. Türkiye bunun için biçilmiş bir kaftandır. Burada suya erişim çok kolay. Tesisinizi bir göl havzasının yanına kurarsınız, suyunuzu bol bol çekebilirsiniz. Eğer ola ki suyunuzu gölden almanıza izin vermiyorlarsa, açarsınız kuyunuzu kuyudan çekersiniz. Çıktınızı da rahatlıkla boşaltırsınız. Nasılsa hiç kontrol yok. Örneğin Küçükçekmece havzasındaysanız da, koruma bantlarını 1/100 binlik haritalarda kaldırtıverirsiniz. Küçükçekmece havzası 1985'te koruma bandından çıkarılıp 1997'de tekrar alındı. 85'ten önce orada 1 tane sanayi tesisi varken, 97'de korumaya tekrar alındığında 400 tane sanayi tesisi kurulmuştu. 2007'de 1/100 binlik yok hükmünde BİMTAŞ'ın yaptığı planda Küçükçekmece havzası koruma bandından çıkarıldı. Bütün meslek odaları dava açtı. Oysaki Küçükçekmece havzası bir yığın endemik türü barındırıyordu. Ama koruma bandını kaldıranlar burası içme suyu kalitesinde değil, biz bir içme suyu standardı-yönetmeliği çıkartıyoruz, ona göre burayı koruyamayız dediler. Bakın, orası içme suyu kalitesinde değil, koruyamayız diyerek havzalara kimlik vermeye başladılar. Halbuki Küçükçekmece havzası, Ramsar Sözleşmesi gereği koruma alanlarından biriydi. Göçen kuşların durak alanıydı... Ama onlar sayılmaz, önemli değil...Peki bundan sonra ne yapacaklar? Sulu tarımın sınırlandırılması lazım. Öncelikle Türkiye'ye Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) getirildi ve çiftçimize bu tohumlar verildi. Sağlığımızla oynadılar. Ne oldu? Tarım politikalarımız çöktü. Şimdi ne yapacaklar? Endüstriyel tarımı destekleyecekler. Tarım endüstriyelleşecek ve istedikleri ürünü ektirecekler. 2009 tarım eylem planına baktığınızda göreceksiniz; su kullanıyormuş diye çeltik uygulanmasın-ekilmesin kararları var. Ama çeltik bizim ürünümüz... Hayır uygulanmayacak, onların söylediği başka bir şey ekilecek. SÇ: Temiz suya erişim azalırken gelecekte bizi su savaşları mı bekliyor? Beyza Üzstün: Dünya son yüzyılda enerji kaynaklarının en güçlüsü olan petrole erişenlerin verdiği savaşları izledi. Amerika?nın körfez üzerine yaptığı savaşların hepsinde petrol vardı. Ancak özellikle Irak savaşının da sonucunda petrol kaynaklarında çok büyük bir tükenme başladı ve artık petrolün bir anlamı kalmadı. Evet kıtlaşma değeri arttırır ama bir yere kadar. Ulaşamıyorsanız artık o da değersizdir. Şimdi başka bir kaynak olan su öne çıkmaya başladı. Hem azalıyor hem petrole rağmen hala var. Bugün Ortadoğu'da Filistin?e saldırıların nedenlerinden birinin de yer altı su zenginliği olduğunu biliyor musunuz? Su çok kritik bir kaynaktır, bir gün "güç" olacak. Ve ister bir şirket olsun, ister bir devlet olsun onu ele geçirecek güçler tarafından yönetilecek. Suyu borulayıp, kilometrelerce götürecekler sonra birisinin canı sıkılacak, ben vanayı kapatıyorum diyecek. Aslında su ne bize ne de şirketlere ait. Su tamamen doğaya ait. Biz o doğayı korumazsak bugün buradasınız yarın taşınırsınız. Sonra hep beraber sıkışırız. Sonra paramız konuşur. Peki bittiği zaman neyimiz konuşacak? O zaman savaşları, suya erişenlerle erişemeyenler arasında izliyor olacağız. SÇ: "Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu" olarak siz de aynı tarihlerde etkinlikler düzenliyorsunuz. Bunlar hakkında bili alabilir miyiz? Beyza Üstün: Biz "Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu" olarak 2006'dan beri bir aradayız. Bu platformun içerisinde suyla ilgili görüşleri olan ya da sorunları olan, bütün bileşenler yer alıyor. Biz kimiz dersek benim de içinde bulunduğum uzman gurubu ve Öğretim Üyeleri Derneği var. TMMOB'ye bağlı tüm meslek odaları var. Tüm organizasyon İKK tarafından yürütülüyor. Sendikalar, tüm metal iş sendikaları, KESK, DİSK hepsi var. Munzur Koruma, Karadeniz'den Derelerin Kardeşliği yani sorunla birebir karşı karşıya olanlar var. Su Forumu içinde de bizimle birlikte çalışan uluslararası aktivistler var. Onlar içerde görev alacaklar. Dergiler bizimle, pek çok dergi var. Siyasi partilerin bir kısmı bizimle. Bir yığın sivil inisiyatif bizimle. Yani 100 küsur bileşenden oluşuyoruz. Mart 2009'da kendi söylevlerini, Türk halkına deklare etmeye, yani sahneye çıkmaya geliyorlar. Biz de sahneye çıkacağız ve onlara Türkiye'de bu işi yapamayacaklarını söyleyeceğiz. Önce bir miting düzenleyeceğiz, onları o mitingle karşılayacağız. Çalışmaları boyunca bizi görmeye devam edecekler. Etkinliğe çok yakın yerlerde halk kürsülerimiz olacak, oralarda konuşacağız. 15 Mart'ta başlıyoruz, 22 Mart'ta da onları buradan yolluyoruz... İlginizi çekebilir... İklim Kriziyle Yüzleşmek: İklim Eylemi için Bir Kaldıraç Olarak Suİklim etkilerinin geri döndürülemez hale gelebileceği kritik dönüm noktalarına hızla yaklaşıyoruz.... VEGA Türkiye, Yağmur Suyu Depolama Sistemini Hayata GeçirdiSürdürülebilirlik odaklı bu sosyal sorumluluk projesi, çevreye duyarlı bir gelecek için adım atıyor. Doğal kaynakları koruyan sistem, su israfının önl... Konteyner Tip Atık Su Geri Kazanım SistemleriBu proje, bir ilaç firmasının günlük 110m3 kapasiteli atık suyunun %90+ oranında geri kazanılması için kullanılan membran teknolojilerinin kullanı... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.