BIODESULF
HANASU
SAKA ARITIM
WAVIN

Türkiye Bilimler Akademisi Asli Üyesi Prof. Dr. Derin Orhon: "Türkiye'de kirletici güçlü; denetim zayıf ve toplum umursamaz!"

Türkiye Bilimler Akademisi Asli Üyesi Prof. Dr. Derin Orhon:

24 Mart 2010 | SÖYLEŞİ
31. Sayı (Mart-Nisan 2010)

Türkiye Bilimler Akademisi Asli Üyesi ve Su Kirlenmesi Araştırmaları&Kontrolü Türk Milli Komitesi Eski Başkanı Prof. Dr. Derin Orhon, "Çevresel sorunlara yaklaşım tarzımız Türkiye ile Avrupa Birliği arasında farkın en belirgin olduğu karanlık alanı tanımlıyor. Türkiye'de kirletici güçlü; denetim zayıf ve toplum umursamaz. Oysa Avrupa Birliği'nde tam tersine kirletici uyumlu; denetim güçlü ve toplum bilinçli. Dolayısıyla, belgeler üzerinde şekilsel ve siyasi bir mutabakat sağlansa bile, Türkiye'nin yakın gelecekte çevre alanında Avrupa Birliği'ni yakalaması mümkün değil..." diyor.

Çevre sorunlarının Türkiye ölçeÄŸinde en geri kalmış alanların başında geldiÄŸini vurgulayan Türkiye Bilimler Akademisi Asli Üyesi ve Su Kirlenmesi AraÅŸtırmaları&Kontrolü Türk Milli Komitesi Eski BaÅŸkanı Prof. Dr. Derin Orhon, "Bu alan Türkiye'de hiçbir zaman gündem maddesi olamadı, yakın gelecekte de olması mümkün deÄŸil" diyor. Çevre sorunlarının çok önemli eksikleri de ortaya çıkardığını dile getiren Orhon, "Sorunlara yaklaşım tarzımız Türkiye ile Avrupa BirliÄŸi arasında farkın en belirgin olduÄŸu karanlık alanı tanımlıyor. Türkiye'de kirletici güçlü; denetim zayıf ve toplum umursamaz. Oysa Avrupa BirliÄŸi'nde tam tersine kirletici uyumlu; denetim güçlü ve toplum bilinçlidir. Dolayısıyla, belgeler üzerinde ÅŸekilsel ve siyasi bir mutabakat saÄŸlansa bile, Türkiye'nin yakın gelecekte çevre alanında Avrupa BirliÄŸi'ni yakalaması mümkün deÄŸil. İyimser bir tahminle en azından biz  yakaladığını göremeyiz. Buna üzülmemek gerekiyor; çünkü aynı husus geliÅŸmiÅŸ ülkeler dışındaki yeni Avrupa BirliÄŸi üyesi ülkeler için de geçerli" ifadelerini kullanıyor.

 

Çevre Bakanlığı yönetiminin, AB ile mevzuatı uyumlu hale getirmek için birkaç yıldır sergilediği çabayı takdirle karşılamak gerektiğini de vurgulayan Orhon şu yorumlarda bulunuyor: "Gerçekten, çevre mevzuatı çoğunlukla tercüme edilerek tamamlandı ama eskisine oranla çok daha kabarık uygulama sorunlarını da beraberinde getirdi. Şu anda yeni oluşturulan yönetmelik furyasını en açık biçimde bir buzdağı anlatabilir: Buzdağının üstünde yönetmelikler vardır; ancak altında henüz ne olacağı bilinmeyen teknik ve idari konular; yaptırım mekanizması, finansman ve denetim sistemi bekliyor. Bunlar çevre gemisini batırabilir..."

 

"Su yönetiminde olduÄŸu kadar tüm çevre sorunlarımız için de geçerli olan temel eksiklerimizi dört ana baÅŸlıkta toplamak yerinde olur: 'ilgi', 'bilgi', 'finansman' ve bunların yarattığı 'yetki/bilgi kargaÅŸası'. BaÅŸta, cehaletin yönlendirdiÄŸi toplumsal umursamazlık ve ilgisizliÄŸi herhalde geleneksel aidiyet kavramımız ile de iliÅŸkilendirmek mümkün. Bir örnekle açıklamak gerekirse, çoÄŸu eve ayakkabı ile girilmez; evin hanımı evini siler süpürür, tertemiz yapar ama pislikleri sokaÄŸa süpürür ya da temizlik kovasını pencereden sokaÄŸa boÅŸaltır. Neden? Çünkü, ev onundur; ama sokak ya da çevre için herhangi bir aidiyet hissi beslemez, dolayısıyla denizine lağım dökülmüş ya da yanda yakılan bağış kömürle havası kirlenmiÅŸ kaygısını yaÅŸamaz. İkincisi, çevre konularında bilginin gereksiz olduÄŸu inancı hakimdir. Bu inanç, en basit uygulamadan bilimsel çevrelere ve araÅŸtırmalara kadar geçerli. Çevre Bilimleri denildiÄŸinde bilimsel çevreler, ne olduÄŸunu araÅŸtırma zahmetine katlanmadıklarından olsa gerek, dudak bükerler. Üniversitelerimizin Çevre MühendisliÄŸi Bölümlerinin baÅŸkanlıklarına ve akademik kadrolarına ormancılar, ziraatçiler, jeologlar atanır.  Belediye baÅŸkanları bir trafo sorunları olduÄŸu zaman elektrik mühendisine baÅŸvurur ama, bir çevre sorunu olduÄŸu zaman çevre mühendisi aklına gelmez, sorunu kendi çözmeye kalkar..."

 

Kirleten Öder

"Çevrenin korunması doğal olarak doğru seçilmiş bir takım mühendislik tesislerinin - kanalizasyon, arıtma tesisleri, tehlikeli atık bertaraf sistemleri, vb.- kurulup işletilmesini gerektiriyor. Dolayısıyla, çevrenin korunmasının bir bedeli var. İTÜ'nün önemli bir bölümünü yürütmüş olduğu bir Avrupa Birliği projesinde Türkiye'de büyük çevre yatırımları için önümüzdeki yıllarda 70 milyar euronun üzerinde bir finansman kaynağına ihtiyaç olduğu ortaya konmuştur. Ancak, gelişmiş ülkelerde çok değişik örnekleri olan gerekli finansman mekanizması Türkiye'de hiçbir zaman anlaşılamadı. Bu nedenle çevre yatırımlarına para bulunamaz. Belediyeler altyapı için merkezi idareden destek beklerler; kaynağı olmayan destek gelmeyince de hazin yokluk tablosu ortaya çıkar. Topluma hizmet amacı için var olan yerel idareler toplum için temiz ve sağlıklı bir çevre yaratamamış olmaktan hiç sıkıntı duymazlar. Oysa 'kirleten öder' prensibi doğru anlaşılsa çevre yatırımlarının topluma yansıtılması çok kolaydır. Örneğin kullanılan suyun birim fiyatı içinde sağlıklı bir su yönetiminin gerektirdiği arıtma vb. tüm yatırımların karşılığının bulunması ve toplanan paranın sadece bu amaçla kullanılmış olması gerekiyor. Toplum bu işin takipçisi olmadığından genelde sağlanan gelir keyfi bir şekilde harcanıyor. Bu dönem Harp Akademileri'nde verdiğim bir derste İstanbul'da kullanılan suyun faturalardaki metreküp bedelini sormuştum. Sadece bir genç subay, o da ders süresince araştırarak doğru cevabı verebilmişti. Akhisar Atıksu Arıtma Tesisi yapıldıktan sonra, işletme masrafı belediye başkanı tarafından yüksek bulunduğu için onlarca yıl işletilmedi ve tesis çürümeye terk edildi. Akhisarlılar bu olayın farkına bile varmadılar..."

 

"Çevre sorunları ile ilgili en çarpıcı ve çarpık gelişmelerden biri de yöneticilerde yetki ile olmayan bilginin de sağlandığı düşüncesi ile uygulamanın yürütülmesi. Yetki/bilgi karmaşası özellikle belediye başkanlarının tipik özelliğini oluşturuyor. Örneğin İstanbul belediye başkanları hep kendilerinde yetkiden kaynaklanan bir çevre uzmanlığı oluştuğunu kabullenerek dönem dönem birbirleriyle taban tabana ters kararlar alarak bunları uygulamaya çalışmışlardır. Sonuç ortadadır: Bir zamanlar dünyanın en temiz iç denizlerinden biri olan Marmara'da günümüzde balık nesli nerde ise tükendi, denize girilemiyor. Yöneticilerimizin birçoğu ayrıca kendilerinde bir elektronik cihaz hassasiyetinde su kalitesi belirleme sezgi ve yeteneği bulunduğunu zehabına kapılıyorlar ve bu yeteneklerini de bir şekilde kirlenmiş suları halkın önünde içerek ispatlamaya çalışıyorlar. Çernobil faciasının hemen sonrasında radyoaktif çayı içerek poz veren bakan ya da arsenik bulaşmış suyu içerek temiz olduğunu kanıtlama çabasındaki belediye başkanı görüntüleri çevre sorunlarını topluca ne kadar hafife aldığımızı ibret verici bir şekilde ortaya koyuyor. Bu görüntüler maalesef devam edecek."

 

Türkiye zaten çok az su tüketiyor

"Türkiye'yi yeterince suyu olan bir ülke olarak değerlendirmek gerekiyor. Ancak, suyun yeterince gerektiği yerde bulunmaması hep önemli bir sorun olmuştur. Özellikle, turistik sahil kesimi suya en fazla ihtiyaç duyulan yaz dönemlerinde hep su sıkıntısı çekiyor. Bunun nedeni, yağış ile beslenen ve sınırlı kapasitesi olan yöresel su kaynaklarına bağlı kalınmasıdır. Bölgedeki baraj, rezervuar, dere vb. çoğu yüzeysel kaynak yaz döneminde yetersiz yağış, yüksek buharlaşma ve aşırı talep yüzünden kuruma düzeyine geliyor ve dağıtılacak su bulunamıyor. Bu, özellikle İstanbul için her yıl tekrarlanan talihsiz bir senaryo haline geldi Yöneticiler, su kıtlığına yağışla bağlantılı olarak kaderci bir yaklaşım getirmeyi ve çözüm bulmak yerine halkı su tasarrufuna çağırmayı tercih ediyorlar. Suyun israf edilmeden kullanılmasını istemek doğaldır. Ancak, ülkemizde zaten çok az su tüketiliyor; bunun yanlış yönetim anlayışıyla daha da aşağı çekilmesi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilecek hatalı bir yaklaşım olur. Yapılan bir araştırma, ülkemizin büyük bir bölümünde kişi başına günlük su tüketiminin 100 litrenin altında olduğunu ortaya koyuyor. Bu düzey Avrupa ortalamasının en az 2-3 misli, ABD ortalamasının da 4-5 misli altında kalıyor. Dağıtılan suyun yüzde 20-60 arasındaki bölümünün bizlere ulaşmadan şebekedeki kaçaklar dolayısıyla kaybolduğunu dikkate alırsak, genelde minimum hijyen sınırları altında su kullandığımız ortaya çıkıyor."

 

"ÇoÄŸunlukla yüzeysel su kaynakları kullanıldığından bunların korunması için su toplama alanları içinde koruma bantları oluÅŸturulması ve bu bantlara kirlenmeye yol açacak yapılaÅŸmanın önlemesi amacı ile yönetmelikler hazırlandı ve yürürlüğe konuldu. Ancak, bizdeki yasaklar sadece yasaya saygılı vatandaÅŸlarımıza yönelik olduÄŸundan bu bölgelerde kaçak yapılaÅŸma önlenemedi. Yerel yönetimler bunları önlemek yerine, genelde kaçak yapı alanlarına yol, su, elektrik doÄŸal gaz gibi alt yapı hizmetleri götürmeyi tercih ediyorlar.  Ä°Ã§tiÄŸimiz suları ne ölçüde koruduÄŸumuzu 'ya da koruyamadığımızı' anlayabilmek için sadece bu bölgelerin uydu görüntülerine göz atmak yeterli. Birçok su kaynağı, su kalitesinin kabul edilebilir sınırların altına düşmesi nedeni ile terk edildi İstanbul'a su veren bir yüzeysel kaynak iken terk edilmek zorunda kalınan Küçükçekmece Gölü bu tür hazin geliÅŸmelerin tipik bir örneÄŸi. İstanbul'un Asya yakasındaki bir baÅŸka kaçak yapı bölgesine belediye statüsü verilmiÅŸ ve bu vesile ile yapılmış olan törene zamanın hükümet temsilcileri de katılmıştır."

 

Deniz, önemli bir su kaynağı

"Ülkemizdeki su yönetimini en belirgin eksikliklerinden biri de yeni kavram ve teknolojilerin uygulamada ihmal edilmiş olmasıdır. Bunların başında membran teknolojisi kullanmak suretiyle desalinasyon, yani daha basit tanımı ile tuzlu sudan kullanma suyu elde edilmesidir. Tarihte, İstanbul'u fark edemedikleri için Kadıköy'lülere 'körler ülkesi' denildiği rivayet edilmiştir; aynı sıfata bütün ülkeyi çevreleyen kıyı şeridimizin fazlası ile layık olduğunu düşünüyorum. Bu şeritteki yerel yönetimler, bir yandan ciddi su sıkıntısı çekerken öte yandan denizi çok önemli bir su kaynağı olarak fark etme basiretini gösteremiyor. Bu bölgede suyun ortalama satış bedeli metre küp başına 2.5-3.0 TL'nin altında değil. Oysa, günümüzde ters ozmoz/membran teknolojisi ile güvenilir bir şekilde 1.5 TL'nin altında bir maliyetle içme suyu niteliğinde kullanma suyu eldesi mümkün. Bu konuda KKTC?de Türk firmaları tarafından yapılıp işletilen tesislerin gerek teknolojik gerekse ekonomik yapılabilirlik yönünden yöneticilerimiz tarafından incelenmesinde büyük yarar olacaktır. Örneğin İstanbul, kaynağın ekolojisini bozmak ve kirlenmiş su alma riskine katlanmak suretiyle, çok uzak mesafelerden su getirme projeleri yanında, hemen sahilinde denizden su temini olasılığının çok daha güvenli ve ekonomik olduğunu artık fark etmeli ve en azından emniyet sigortası görevini üstlenecek 200.000 m3/gün'lük bir desalinasyon tesisi kurma kararını hemen vermelidir. Aynı husus İzmir ve benzeri sahil kentleri için de söz konusu"

 

Belediyelerin çoğunda arıtma tesisi bile bulunmuyor

"Çağdaş ve bilimsel yaklaşımlar su ve atıksuyun bir bölge içinde birlikte yönetilmesini gerektiriyor. Bu yaklaşım bizde tamamen göz ardı edildiği için su kaynaklarına başka noktalardan arıtılmamış atıksu deşarjları yapılıyor ve değişik havzalardaki birçok yerleşim alanı memba yönündeki bir başka kent ya da kasabanın seyrelmiş lağım suyunu kullanmak durumunda kalıyor. Avrupa Birliği?nin yürürlüğe sokmuş olduğu 'Urban Waste Water Directive' bu türden bir yönetim yaklaşımının esaslarını belirliyor Bu esaslar ülkemize Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği ile ancak 2006 yılında aktarılabilmişti. Henüz kağıt üzerinde kalmış olan bu yönetmelik hükümlerinin uygulamaya aktarılması için uzun bir süre ve yoğun bir çaba gerekecek. Ülkemizde atıksu deşarjları Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nde belirlenen hükümlere uymak zorunda. 1988'de yürürlüğe girmiş olan bu yönetmelik tüm kirletici kaynaklara kısa bir süre içinde arıtma tesisi yapıp işletme yükümlülüğü getirmişken, aradan geçen 22 yıllık bir süre sonunda belediyelerimizin çok büyük bir çoğunluğunda henüz bir kanalizasyon altyapısı ve arıtma tesisi bulunmamasını kabullenmek mümkün değil. Yönetmelikteki deşarj limitlerinin günümüzde geçerli koşullar ve teknolojik esaslar dikkate alınmak suretiyle tümü ile yenilenmesi gerekiyor."

 

"Avrupa BirliÄŸi 1991 yılında yayınladığı 'Urban Waste Water Directive' ile ötrofikasyon (aşırı alg çoÄŸalması) olayına maruz kalmış ya da gelecekte kalacak olan bölgeleri 'hassas bölge' olarak tanımlamış ve bu bölgelerden kaynaklanan atıksularda, nüfus koÅŸullarına baÄŸlı olarak, azot ve fosfor giderimini zorunlu hale getirmiÅŸti. Ötrofikasyon ülkemizin tüm turistik kıyı ÅŸeridi için hem doÄŸal özellikler hem de turizm sektörünün ekonomik beklentileri bakımından hayati önemi haiz bir sorun. Buna raÄŸmen, hassas bölge kavramı ancak 2006 yılında Kentsel Atıksu Arıtımı YönetmeliÄŸi ile çevre mevzuatımıza dahil edilmiÅŸtir. Ancak, ülkemizde  hangi bölgelerin hassas bölge olarak korunacağı henüz belirlenmiÅŸ deÄŸil..."

 

Denetim çok önemli

"Denetim, çevre sorunlarının önlenmesini sağlayan en önemli ve hayati bir gereksinmedir. Oysa, ülkemizde bütünü ile ihmal ediliyor. Mevcut denetim sistemini kanımca, sürücüleri ehliyetsiz olan; trafik lambaları çalışmayan ve polisin bulunmadığı bir kavşakta birbirine girmiş arabalar görüntüsü ile tanımlamak yeterince açıklayıcı olur. Denetimin konuyu bilenler tarafından, yeteri sıklıkta ve caydırıcı bir biçimde yapılması gerektiği hususunda artık görüş birliğine varılmalı. Konuyu ve çevreyi hiç bilmeyen kimseler denetim yapamaz. Birkaç yıl önce katıldığım bir toplantıda, bir bölgede görevli Çevre İl Müdürü o dönemin Müsteşar Yardımcısı'na bölgesinde, denetimi ne kadar etkin bir şekilde yaptığını anlatırken, açık pencerelerden içeriye derenin tahammül edilmez kokusu giriyordu. Aramızda Nasreddin Hoca olmadığı için kimsenin aklına 'Hazret madem denetimi bu kadar iyi yapıyorsun; peki bu Çorlu Deresi neden böyle kokuyor...?' sorusunu sormak gelmedi..."

 

"Yeni çıkartılmış olan Denetim Yönetmeliği olumlu gelişmeler içermekle birlikte, yeterli olmaktan uzak. Geçerli, bir denetim sistemi için denetimin özelleştirilmesi; güvenilir ölçüm/akredite laboratuvarlar; sağlıklı denetim programı; tüm kirleticilerin denetlenmesi ve kamu kurumlarına, belediyelere yasal olmayan imtiyazların verilmemesi; topluma açık veriler ve en önemlisi bilgili/uzman iş gücü gereklidir. Önemli kirletici tesisler, birinci sınıf gayri sıhhi müesseseler ve tüm belediyeler için çevre mühendisi istihdam etme zorunluluğu, çok gecikmiş olsa bile, artık uygulamaya konulmalıdır."
 


R E K L A M

İlginizi çekebilir...

ETA Ekipman Genel Müdürü İbrahim Yazıcı: "Yarının Beklentilerini Karşılayacak Teknolojiler için çalışıyoruz"

Dergimizin sorularını yanıtlayan ETA Ekipman Genel Müdürü İbrahim Yazıcı, firma olarak yalnızca bugünün ihtiyaçlarına değil, yarının beklentilerine de...
8 Mayıs 2025

AKATED Yönetim Kurulu Başkanı Yasın Torun: "Avrasya Su Fuarı: Suyun Geleceği için Teknoloji ve Bilgi Buluşması"

Altyapı ve kazısız teknolojiler derneği (AKATED) Yönetim Kurulu Başkanı Yasin Torun, 5-6 kasım 2025 tarihlerinde düzenlenecek Avrasya Su Fuarı'nın...
10 Nisan 2025

Su ve Atık Suya Yaklaşımda Ökotek ile Yeni Perspektifler

Ökotek Yönetim Kurulu Başkanı Şebnem Aybige Barlas, döngüsellik ve değer artırımının kendileri için büyük önem taşıdığını belirterek, upcycling kavram...
7 Mart 2025

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi
  • Enerji & DoÄŸalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • YeÅŸilBina Dergisi
  • İklimlendirme Sektörü KataloÄŸu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü KataloÄŸu
  • Yalıtım Sektörü KataloÄŸu
  • Su ve Çevre Sektörü KataloÄŸu

©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.