
Seminerlerle Doğayı Koruyamayız![]()
1989 yılının haziran ayında yaptığım bir röportajda, o zamanki anlayışla “çevre koruma ve çevre yasasının böyle uygulanması halinde yakında temiz su bulamayacağız” demiş ve çeşitli tepkiler almıştım... Bugünse 2017 yılındayız ve geçen zaman içinde (28 yıl) hiçbir şeyin değişmediğine şahit oluyoruz. Doğaya en çok zarar veren canlı, biz insanlarız. İnsanlar rant ve hırs uğruna doğanın yok olmasına göz yumuyor ve katletmeye devam ediyorlar. Çevrenin katledilmesinde öncülük yapan biz insanlar neler mi yapıyoruz? Çöplerimizi ayırmıyor ve rastgele atıyoruz, evcil hayvanlarımızın atıklarını sokaklarda bırakıyoruz, sera gazı salımını artırıyoruz ve en önemlisi ağaçları kesiyoruz... Son dönemde sağlıklı toplumdan, sağlıklı beslenmeden, sağlıklı yaşamdan bahsediyoruz ama yediğimiz-içtiğimiz her şey yapay GDO’lu. Kolayımıza geldiği için ve bir seferde daha fazla ürün almak adına dededen kalan tohumlama işlerini bırakıp GDO’lu tohumlara sarıldık. Böylelikle hem topraklarımızın verimini hem de yediklerinizin doğallığını kaybettik. Şimdi bunu çok geç fark ediyoruz ve geri çevirmek için uğraş veriyoruz. Sularımızı kirletiyoruz Her türlü sulu atık topraktan süzülerek yeraltı sularına karışıyor ve yeraltı sularımız, kaynaklarımız kirleniyor. Bir zamanlar toprak filtre görevi görüyor diye atıksularımızı atabiliyorduk. Şimdiyse o topraklar artık görevini yerine getiremeyecek kadar kirlenmiş durumda. Bu durumları önlemek için yasalarımız var, ancak uygulanmıyor ve yaptırımlar yetersiz kalıyor. Arıtma tesisleri yapıyoruz, yapılan tesislerde hatalar mevcut... Kontrol mercilerinin bu konuya ne kadar vakıf oldukları, proje kontrol aşamasında neyi, nasıl kontrol ettikleri ve bilgileri denetlenmelidir. Onay mevkiinde bulunanların liyakatli olması gerekir. Kitap tarifiyle yapılan ve uygulanan tesislerde deneyim gerektiren bilgiler olmadan yapılan işler ya eksik ya da yarım yapılmış demektir. Düzgün çalışmayan tesis işletmecileri, “Tesisi çalıştırıyoruz ama çıkış değerler tutmuyor” diyebiliyor; nedenleri ve çözüm yolları için gerekli önlemleri almıyorlar. Bu sular arıtıldığında derelere ve ona bağlı ırmaklara veriliyor. Ayrıca burada tarımla uğraşanlar suyu alıp kullanabiliyorlar. Fakat değerleri bozuk olan sudan dolayı hem toprakları verimsizleşiyor hem de istedikleri ürünü alamıyorlar. Şikayetçi olduklarında ise şikayetleri ile kalıyorlar. Arıtma tesislerinin koku yapmaması için üstlerine çelik konstrüksiyondan çatılar yapıyoruz. Yapım öncesi aşamanın doğru planlanması halinde (proses seçimi, tasarımı, projesi, ekipman seçimi, uygulaması) tesisin arıtma verimi yüzde 90-96 mertebesine erişebiliyor. Bu durumda ne koku olacaktır ne de sulama suyu olarak kullanımında bir sorun. Geri kazanımı daha kolay yapılacak ve yüzde 60-65 oranında bir temiz su, sulama ve yıkama suyu olarak kullanılabilecektir. Topraktan çıkarılan yeraltı sularında artık sıkça krom, cıva, selenyum, nikel, nitrat azotu, siyanür, arsenik, kurşun gibi elementler bulunuyor. Eskiden 45-60 metreden yeraltı suyuna ulaşmak mümkünken şimdi bu su seviyesi 450-600 metre civarlarına çıktı. Şelalelerimiz kuruyor, göllerimiz yok oluyor. Ve biz sadece seyrediyoruz. 1989 yılında yapılan bu röportajda, “su bulamayacağız” derken sadece içme ve kullanma suyunu kastetmiştim. Hatta abartarak, “Fransa’dan içme suyu için boru hattı mı çekeceğiz?” diye ilave etmiştim Şimdi ne yapıyoruz? İstanbul’a borularla oradan buradan su getiriyoruz. Su sorununu bu yöntemle çözdüğümüzü zannediyoruz ama bir yandan da kentsel dönüşüm faciası yaşıyoruz. Yıkılan yapılar eski; ve yenilenmesine karşı değilim. Fakat yıkılan binalar 3-7 kat ve 20-36 daireyken yapılanlar 13-15-18-23-28 katlı, 45-80 daireli binalar. Hiçbir şekilde altyapı planlanması yapılmadan hareket ediliyor. 5-10 yıl sonrasının ne olacağının hesabı hiç mi yapılmıyor? Kentsel dönüşümde bile ağaçlar yok ediliyor, yok edilen ağaçların yerine dikilen fide veya ağaçlar yeterli gelmiyor veya tutmuyor. Yağan yağmur suları yollara akıtılıyor, eriyen kar suları ve aşırı yağmurlarda sel felaketi yaşıyoruz. Ağaçları yok ettikçe hava-su-toprak ilişkisini bozduğumuz için seller ve erozyonla karşılaşıyoruz. Toprağımızı korumalıyız, ağaçlarımızı yok pahasına kesmemeliyiz. Ağaçların ömrü asırlarca sürebiliyor ama insan ömrü ortalama 65-70 yıl. Ağaçlar bizim yaşamımızı kolaylaştıran, çevrenin temizliği, hayvanların, yaşamı için en önemli unsurdur. Ağacın olmadığı yerde su olmayacak, suyun olmadığı yerde hayat olmayacaktır. Arıtma tesisleri doğru düzgün yapılmalı, kaliteli ekipman kullanılmalı, uzun ömürlü ve tesisi çıkış suyu verimi yüksek olmalıdır. Bu şartlarda çıkan arıtılmış sular uygun şekilde tarım yapan çiftçiye verilmelidir. Arıtma tesisi çıkış (deşarj) parametreleri için 40-50 kriter değil, tek bir deşarj kriteri olmalı ve uygulamaya konulmalıdır. Bu parametreler AB ve dünya standartlarına uygun olmalıdır. Seminerlerle ve söyleşilerle doğayı koruyamayız. Bir an önce harekete geçmeli gerekli önlemleri almalı, yaptırımları uygulatmalıyız. Unutmamalı, biz doğayı korursak, o da bizi korur. İlginizi çekebilir... OSB'lerde Atık Su Geri Kazanımı: Sürdürülebilir Sanayi için ÇözümlerSanayileÅŸmenin hız kazandığı günümüzde, Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) de su tüketimi giderek artmaktadır.... Göllerimiz ve Sulak Alanlarımız Nasıl Korunmalı ve Yönetilmeli?YaÄŸmur ormanlarından sonra biyolojik açıdan en üretken ekosistemler olan sulak alanlar, gerek ekolojik dengenin saÄŸlanmasında gerekse biyolojik çeÅŸitl... MVR BuharlaÅŸtırma Sistemi Nedir?MVR teknolojisi ÅŸu anda en verimli enerji tasarrufu saÄŸlayan teknolojilerden biri olarak kabul edilmektedir. K... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.