Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi 71. Sayı (Haziran 2014)
40 Su ve Çevre Teknolojileri • Haziran 2014 Röportaj kanıtı değildir” diyebilirim. Termik santrallerin durumu ve en son Soma örneği de ortada. Yani ÇED’i bilimsel olarak göz önüne almazsanız çevreye olacakları, dolayısıyla yaşam kalitesinin düşmesini hesaplayıp kes- tiremezseniz, yapacağınız her faali- yetten bütün yaşam zarar görür. Bu nedenle bu riskleri değerlendirebi- len politikalar, doğru politikalardır; diğerleri yanlıştır. Çan’a termik santral kurarsınız, Artvin’e 10 megawatt elekt- rik için HES yaparsınız, o güzelim suyu bir tüp içine hapsedersiniz, zarara uğrayacak olan “yaşam”dır. 20-30 yıl sonra orada su bulamayabilirsiniz. Su bulamayınca yaşamın hiçbir öğesini bulamayacaksınız. Kanal projesi ve 3. havaalanı pro- jeleri de tartışılması gereken konular. Çevre biliminin en önemli konuların- dan birisi yer seçimidir. Bütün kuzey ormanlarını yok edip iki İstanbul daha yaratılacak. Bütün yollar asfalt- lanacak, sular akacak, heyelanlar ola- cak. Basit bir yağmurdan dolayı 3-5 yıl önce TEM’de 9 kişiyi kaybettik, var mı bunun ötesi? Dere yatağına ev yapılmamalı deniliyor; peki orma- nın ortasına bunlar yapılırsa ne olur? Ekosistemin bir kapasitesi vardır. O kapasite de bilim yoluyla anlaşılır. Mesela İstanbul ekosisteminin nüfusu 15 milyon. Peki İstanbul 15 milyon insanın yaşamasına, viyadüğüyle, stad- yumuyla, köprüleriyle, metrolarıyla bu kapasitede bir ekosisteme sahip mi? Hayır. Aşmış, taşmış... Ölümler, felaketler boyutundayız. Bir deprem bize dersimizi verir. Bakın, Marmara Depremi 1999’da olduğunda 35 bin kişinin ölümüyle sonuçlanmıştı. Türkiye büyük zarara uğramıştı. Demek ki ekosistem, kendi kapasi- tesi aşılınca diyetini alıyor. İstanbul’un taşıma kapasitesi kalmamıştır. Bir de Trakya’yı ikiye bölüp bir kanal proje- siyle sağına soluna iki İstanbul daha kurarsanız büyük hata olur. Trakya, Avrupa’nın tahıl ambarıdır. Ortasın- dan Ergene Nehri akar. Zaten elli yıldır bütün sanayi oraya yönlendirilerek birinci sınıf tarım alanları sanayinin emrine verildi. Sonra da “Ergene zehir saçıyor” deniliyor. Akar tabi. Çünkü ne arıtma sistemlerinizin deşarj standart- ları yerinde, ne politikalarınız yerinde, ne suyu koruma, ne insanı koruma, ne ağacı, böceği koruma politikası var. Doğru ve tutarlı çevre politika- larına hiç sahip olmayan mahzun Türkiye’min, daha doğrusu Anadolu ekosistemimin fıtratı maalesef bu şekilde özetlenebilir. Bu, iyi bir gidi- şat değildir. Su&Çevre: Bu tablodan sonra ne yapılmalıdır? Ne önerirsiniz? Prof. Dr. İlhan Talınlı: Doğru ve tutarlı çevre politikaları gerekiyor. Bu politikaların, diğer politikaların hep- sinden üstün olduğunu kabul eden düşünce tarzı hakim olmalı. Tüketim toplumu olmaktan daha çok üretim toplumu olmaya yönelmemiz lazım. Ama o üretimi de çevre standartları- nın ve çevre koşullarının ölçülerinde yaparak sürdürülebilirliği sağlayan politikaları bugünden oluşturmak gerekiyor. Nükleer enerjiden vazgeçilmeli. Almanya’nın sadece rüzgardan 2007 yılında ürettiği elektrik 30 bin mega- watt. Almanya buna çok önceleri karar verdi. Hiçbir kirliliği olmayan rüzgar enerjisini, güneş enerjisiyle destek- ledi. Bu bir politikadır, plandır. Bunun karşılığında da 24 tane nükleer sant- ralini teker teker kapatmaya başladı. Ancak bütün emperyal politikalarda olduğu gibi ülkelerindeki nükleer santralleri kapatırken benim ülkeme nükleer santral yapmaya çalıştılar. Doğru çevre politikalarını bizi yöne- tenlere dayatmak zorundayız. Onlar da yapmak zorundalar. Dünyadaki bütün sivil itaatsizliklerin nedeni çev- redir, yaşamdır, ekosistemdir. İnsan, su, hava, çiçek, böcek sömü- rülmemelidir. İyi bir çevre politikası sloganla başlar. Bir öngörüsü, vizyonu olur, bir misyonu olur, onun altında da planlama yapar. Doğayı değiştire- bilecek hiçbir erk, hiçbir devlet yok- tur. Doğa diyetini alır. Diyet vermek istemiyorsak, -ki bu gerçekten acı olur- çevre politikası ve bilinci, birinci önceliğimiz olmalıdır. Su&Çevre: AB ile bir yola girilmişti, size göre nasıl gidiyor? Bu kriterlerle ilgili yorumlarınız nelerdir? Prof. Dr. İlhan Talınlı: O politika- ları ben yürütmediğim için tabii ki bire bir bilemem. Fakat AB’nin dayattığı çevre kriterlerini kabul etmediğimi söyleyebilirim. Bence AB, çevre poli- tikalarını yeniden ele almalıdır. Mesela ABD’de Kaynak Koruma ve Geri Kazanma Yasası var. Bir çevre yasası yoktur. EPA (Çevre Koruma Teşkilatı) bu yasadan emir alıyor. AB’nin de kendi standartları var. Bizim kokorecimize kadar standart getirmeye çalışıyorlar. AB, benim eko- sistemimin özelliklerini bilmeden kri- ter koyamaz. Her ekosistemin kriteri, kendisi tarafından o ekosistemin özel- likleri çerçevesinde konulur. O yüz- den genel, temel, herkes için geçerli olan kriterlerin dışında AB size şu kri- terleri getireceğiz diyemez. Mesela AB bize tekstil sektörünün atıksularını şu standartlara kadar arıtacaksın diye kriter getirebilir. Arıttığımız atıksuyun deşarj edileceği bize ait alıcı sular ve denizlerin özellikleri ile simsiyah akan Sen Nehri’nin özellikleri aynı değil ki ortak kriter sahibi olalım. Dolayısıyla çevre ancak o ekosistemin standartları ve sınırlamaları karşılığında bir kriter, zorlama ve yaptırım gerektirir. Onu da ancak o ekosistemin içindekiler yapar. Bu nedenle AB’nin çevre politikalarını tekrar gözden geçirerek ülke sınırları için değil tüm Avrupa ekosistemi için yeni kriterler ve standartlar oluştura- cağını sadece umut ediyorum.
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=