Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi 71. Sayı (Haziran 2014)
Su ve Çevre Teknolojileri • Haziran 2014 39 kısadır. Her şey, ekosistemin kazan - dırdığı özelliklere sahiptir. Bunları değiştiremezsiniz. Eskimoları getirip plazada yaşatamazsınız. Ancak eko - sistemin izin verdiği ölçüde politika yaratabilirsiniz. Çevre politikaları diğer politikala - rın üzerindedir. Herhangi bir fiil için seçtiğiniz yer bir yaşam reaktörüdür. Yani çevredir, ekosistemdir. Dolayı - sıyla bir politika geliştirdikten sonra ardından “çevreye de! dikkat edelim” denilemez. 1992 Rio Konferansı’nda slogan bu hata ile yapıldı. “Sürdürü - lebilir Kalkınma ve Çevre” ne demek - tir? Diyor ki, gayrisafi milli hasılamızı yükseltelim ama bu arada çevremize “de” dikkat edelim. Gelişmekte olan ülkeler, üçüncü dünya ülkelerinin dünyayı kirlettiğini savunuyorlar. Sanki kendileri bugüne kadar kirlet - mediler, yok etmediler. O gayrisafi milli hasılaya ulaşırken kullanılan ekosistemin kaynakları hiç sorgulan - mıyor. Su, hava ve insanı kullandın, hatta sömürdün. Kaynak tükendiği anda kendi bulundukları ekosiste - min dışına çıkıp başka ekosistemlere gidip oralarda tüm ekosistemi, yaşam kaynaklarını sömürmeye başladılar. Şimdi dönüp geri kalmış ülkelere, sürdürülebilir kalkınmanın yanına “çevre”yi de koyun diyorlar. Hayır, ancak yaşam sürdürülebilirdir. Sür - dürülebilir kalkınma diye bir şey yok - tur. Yani üç kaplumbağa varsa, ertesi yıl da üç kaplumbağa olarak kendini yenilemesi, havanın ve suyun kendini yenilemesi gerekir. Yani sürdürülebilir yaşam, ekosistemin sürdürülebilirli - ğinin sınırlarını aşmayacak şekilde davranmaktır. Su&Çevre: Türkiye’nin çevre politi - kalarını nasıl görüyorsunuz? Prof. İlhan Talınlı: Aklımın politi - kaya erdiği 45 yıldır Türkiye’de hiç çevre politikası görmediğimi söyleye - bilirim. Ne kadar alanda tarım yapıla - cağı, ne kadar alanda sanayi yapılacağı, nereden ne ürün alınacağı vs. bunların hepsinin adı politikadır. Politika, bir vizyon ve misyon, yani bir öngörü ve özgörev gerektirir. Bu çerçevede bir planlama yapılır. Bu planlama bir programlama gerektirir. Programa bir proje yapılır. O proje uygulamaya geçirilir. Bunun fizibilitesine bakılır. Baştaki politikaya uygunsa devam edi - lir. Değilse vazgeçilir veya yenilenir. Bu ülkede 30-40 yıl önce Alman- ya’nın tehlikeli atıkları, Isparta’da bir fabrikada yakılmak üzere yakıt diye ithal edildi. Kimsenin haberi olmadı. Daha sonra bir Çevre Bakanı, Berga - ma’daki altın madeni için “Bergama kabak tadı verdi” demişti. Madencilik dış yatırımla yapılıyormuş, Türkiye’ye dışarıdan para aksın diye 9. Cumhur - başkanı Süleyman Demirel, “900 milyon dolar verene Çankaya’nın bahçesini açarım” söylemi ile o andaki politikalara destek vermişti. Kaz Dağları’nın altını teker teker açıp toprağı siyanürleyenler ve onları kollayanlar sorgulanamıyor. Yatırım gelsin diye ekosistem ve yaşam kali - tesi gözardı edilemez. Daha sonra bir başbakan, bataklık kurutup üzerine fabrika kurup kurdelasını keserken, “Bu fabrika o çevreci hayalperestlere ders olsun” ifadesini kullanmıştı. Hayalperest ne demekse? Seneler önce İskenderun’da batırılan ve rad - yoaktif atık taşıdığına inandığım Ulla gemisi bir başka örnek. Uluslararası atık transferine hayır deme imkanı - mız vardı. Gemi battığında bir Çevre Bakanı eylem yapan Greenpeace üye - lerine “Siz İspanya’nın tarafını tutu - yorsunuz, vatan hainisiniz” demişti. Altına, nükleer santrale karşı çıkanlara aynı sıfatları yakıştıranların politikaları eğer çevre politikası ise ben bu politi - kaların tam tersini savunuyorum. Hidroelektrik santraller de başka bir konu tabii ki. Suyu hapsetmek kadar büyük bir günah yoktur. Su, alı - nır, kullanılır, kirletilir, arıtılır ve tek - rar alıcı ortama bırakılır. Bu döngüyü bozduğunuz anda kuraklık da yaşarsı - nız, suyu ve yaşamı da kaybedersiniz. Bütün işleyişi, yaşamı su yürütür. 2010 yılında Birleşmiş Milletler top - lantısında, suyun doğal insan hakkı olduğu, meta olarak satılamayacağı konusunda 141 ülke evet oyu verir - ken Türkiye’nin çekimser oy veren 24 ülke arasında olması da düşündürücü bir olaydı. ABD, Rusya ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerin politikalarına, yani çevre kaynaklarını sömüren politi - kalara uyduk. Bu kaynakların hepsi çevre kaynağıdır. Çevre kaynağı olma - yan bir kaynak söyleyebilir misiniz? Yarın, öbür gün havayı size satarlarsa ne yaparsınız? Afrika’da yaprakların üzerinden yağmur sularını toplayan yerlilere, “Dur, bu suyu ben satın aldım” diyen Fransızlar bunun hesa - bını verirken Türkiye’nin oyuna mı güvenecek? 2008 yılında yaptığımız Çevre Kanunu’nun içerisine maden, petrol arama, enerji yatırımları gibi yatırım - ları ÇED raporundan muaf tutmak da çok düşündürücü. ÇED’in en önemli unsuru halkın katılımı toplantısıdır. Yani ekosistemin birincil canlısının topluluğu. Halk istemeyecek ama sen oraya nükleer santrali yapacak - sın. Gerisini anlatmama gerek yok. Ben bir çevre bilimcisi olarak dünya üzerindeki tüm atıkların nasıl arıtılıp, nasıl yönetileceği hakkında yeterli bilgi sahibi olduğumu düşünüyorum. Fakat nükleer atıkların nasıl arıtılabi - leceğini benim gibi henüz hiç kimse bilmiyor. Onun için ABD dağların altına gömüp duruyor. Rusya, Sibir - ya’daki kar çöllerinin altına gömüyor. ABD, 350 milyar dolar harcayıp ancak 75 yıl sonra Yuka Dağı’nın etrafına tehlikesiz hale geleceğini belirtiyor. Rusya’nın ne yaptığı belli değil. Sibirya çölleri diyoruz ama Karadeniz’in orta - sına atılıp-atılmadığını aslında kimse bilmiyor. Ancak bu cümleme kanıt isterseniz, “kanıtın yokluğu, yokluğun Dev bir bütünün, parçasıyız. Bir de “su” var tabii ki... Her şeyi çalıştıran, hiçbir şekilde yok edilemeyen ve bazen korkudan tir tir titrediğimiz “su”...
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=