panel~ malar, müteahhit firmalar yurtclışından özellikle Avrupa'clan buraya geliyorlar. Uğur Bey'in söylediği bir çok söze katılıyorum. Kaldığı yerden devam ediyorum konuşmama ama, sayın müsteşarımızın söylediği % 15 oranında sükutu hayale uğradığını söyledi. Ben doğrusu bunun % 5 mertebesini aşmayacağını tahmin ediyordum. %15'i duyunca ben ise çok sevinelim. AB bize bu 70 milyarın % 15'ini verirse hakikaten bu çok büyük mutluluk olabilir bizim için. O zaman ne yapacağız? Maliyetleri mutlaka aşağıya çekmemiz lazım. Biz yaptığımız bir araştırmada bugüne kadar yabancılar tarafından Türkiye'cle yapılan arıtma tesislerinin maliyetlerinin Ti.irk müteahhitleri tarafından yapılan arıtma tesislerin maliyetlerinden neredeyse iki kat fazla olduğunu gördük. Yani belki de yabancı şirketlere 70 değil 140 milyar Avro vermek zorunda kalacağız. O zaman biz bu maliyetleri nasıl düşüreceğiz. Maliyetler bilgi ile düşürülür. Bilgisi olan kaynağını iyi yönetir. Bilgisi olmayan kaynağını çarçur eder. Gelişmiş ülkelere baktığımızda çevre konusunda yatırım maliyetlerinin çok yüksek, israfın ela çok düşük okluğunu görüyoruz. Kendimize veya gelişmekte olan ülkelere bakıyoruz. Yatırımlar çok düşük. 3225 belediyenin 100 tanesinde arıtma tesisi var ve çoğunda düzenli depolama alanı yok. Yatırım yok. Ama, israf korkunç boyutta. Sularımızı harcıyoruz, geri kazanılabilir kaynaklarımızı harcıyoruz. Para çok! Arıtma tesisini 100 liraya yaptıracakken 200 liraya yaptırıyoruz. Belediyeler bir şekilde bu paraları gözden çıkarıyorlar. Mersin Belecliyesi'nin daha önce durdurulan atık su arıtma ihalesinin 150 milyon Avro civarında telaffuz edildiğini biliyorum. 150 milyon Avro, 500 bin kişilik bir şehrin arıtma tesisi değildir. Ama biz o parayı yatıracaktık ihale durdurulmasa yclı. Bilgi varsa o zaman maliyetlerinizi kısabilirsiniz ve projenizi yönetebilirsiniz. Bilgi nerede olmalı? Bilgi bilimsel kuruluşlarda da var. Niye böyle söylüyorum? Çünkü, bir tek biz biliyoruz havasına bürünmek istemiyorum. Buna bürünen çok bürokrat var. Biz üniversite olarak, araştırma camiası olarak TÜBİTAK olarak ne za- ~ SU VE ÇEVRE TEKNOLOJİLERİ • SAYI 5 ııoc.llt. l:.nlem Oöıııün man bir bürokratın kapısını çalsak, bazıları -biz bunu biliyoruz kardeşim. Siz gidin üniversitenizde bilimsel araştırmalarınıza geri dönün. Bizim işimize ele fazla karışmayın. Biz biliyoruz bu hocaların kimler olduğunu- filan gibi bir tavır içine giriyorlar. Biz bunun büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Bu tavır hakikaten gelişmekte olan ülkelere özgü bir tavır. Şu anda Çevre ve Orman Bakanlığı tarihinin belki de en büyük atağını yapıyor. Hocam diye söylemiyorum kesinlikle. Zaten sizler de biliyorsunuz gerçekten Çevre ve Orman Bakanlığı'ncla belki ele AB sürecinin etkisi ile müthiş bir atılım var ve biz ne zaman bakanlığa gidiyorsak ki biz gitmeden onlar bizi çağırıyorlar ve mutlaka kapılarını sonuna kadar açıyorlar. Bir örneğini ele vereyim. Türkiye'cle balık çiftliklerinin çevresel yönetimi ve dip tarama çamurlarının çevresel yönetimi konusunda hararetle bizden yardım istiyorlar, proje bekliyorlar. Neden? Çünkü, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın personelinin tutup ela bir araştırma projesi yapması ve bu araştırmanın sonuçlarını uygulamaya aktarmasının imkanı ela, gereği de yok. Biz sonuçta müsriflik yapıyoruz. Nerede müsriflik yapıyoruz? Profesör yetiştirerek müsriflik yapıyoruz. Evet! Bir profesörü yetiştirmek bugün bir milyon dolardır belki ele. Yurtclışına yolluyorsunuz, hocamız yıllarca Almanya'cla kaldı, başka hocalarımız Amerika'larda kaldı. Dönüp geldikleri zaman biz bu müthiş bilgi birikimini uygulamaya aktarmıyoruz. Son derece yanlış bir tutum. Burada şunu ela söylemem gerek: Üniversitelerin hiç mi kabahati yok? Evet! Üniversitelerin de kabahati var. Ama önemli olan bu kabahati hep birlikte ortadan kaldırmamız lazım. Sadece üniversitelerin değil, uygulayıcıların da, özel sektörün de kabahati var. Bizim artık uygulayıcılar, sanayiciler ve çevre teknolojisi sektörü olarak üniversitelerde atıl duran bu kapasiteyi mutlaka uygulamaya aktarmamız, AB sürecinde harcayacağımız 70 milyar Avro'yu aşağılara çekecektir. Üniversitenin ele kendisini toplamasına yol açacaktır. Üniversite de bu sayede hakikaten ülkenin ihtiyaçlarına karşılık veren bir kurum haline gelecektir. Özetle söylemek istediğim; Evet yüksek teknoloji kullanalım, yatırımlar yapalım. Ama, mümkün olcluğunca keneli kıt kaynaklarımızı çok iyi yönetelim. Bakın şu koca kitap, Polonya-Krakow'da dünyanın bütün atık su arıtma uzmanları, azot fosfor giderimi uzmanlarının katıldığı ve en ucuz maliyetli son teknolojilerin tartışıldığı bir toplantının tutanağıdır. Orada bizim belecliyelerclen, kamu sektöründen ve uygulayıcılardan kimse yoktu. Orada dünyanın her tarafından müşavir firmalar, uygulayıcılar, belediye temsilcileri vardı. Biyolojik fosfor gideriminin ne olduğu, nasıl olması gerektiği, çamurun aniden kaçıp ela derelerin mahvolmasına yol açmaması için nasıl bir uygulama, nasıl bir işletme stratejisi izlenmesi gerektiği bu konunun tecrübelileri tarafından ortaya kondu ve tartışıldı. Orada bulunanlar yararlandı. Şimdi bu durum -Efendim hocalar kendi kendilerine bir şeyler yapıyorlar işte onlar orada onu yapsınlar biz burada bunu yapalım- eleme lüksüne, israfına yol açmamamız gereken bir sonucu anlatıyor. Cümlelerimi şöyle tamamlamak istiyorum. Akademinin, Üniversitenin mutlaka AB sürecinde önemli bir yeri olmak zorundadır. Biz bu kadar hocayı sadece ders versin, odalarında otursun, bir takım ulvi araştırma projeleri yapsın diye yetiştirmedik. Elbette onu ela yapacaklar. Ama, bu araştırmaların Türkiye'nin ihtiyaçlarına aktarılması şarttır. Bunun için belediyeler ele, kamu sektörü ele, Üniversiteler ele kendilerine çeki düzen vermelidir. Bizim AB'ye tam üyeliğimiz bir projedir. Her proje ancak iyi yönetilirse ve iyi planlanırsa başarılı olur. İyi planlamak demek kayaklarınızı iyi yönetmek ele
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=