zım. 1956'da Almanya'ya yüksek öğretim için gittim. O zaman Alınanların bizim yaşadığımız yöreye bakışını hatırlıyorum. Suriye, Irak, İran onları hiç ilgilendirmiyordu ve bilmiyorlardı o ülkeleri. Orada sınır koymuşlardı. O tarihlerde Türkiye özellikle de iki kutuplu dünyadan dolayı kucaklanan bir ülkeydi. Bizler orada hakikaten genç Türk Cumhuriyeti'nin evlatları ve Osmanlı Devleti'nin mirasçıları olarak kucaklanıyorduk. Ama bugün durum ne yazık ki öyle değil. Tek dünya tek kutup var. Tek kutupluluk politik yaşamı farklılaştırdı. Eskiden Rusya'nın korkusuyla güney bölgesini koruyan ülke olarak Türkiye'nin konumu biraz daha farklı idi. Bugüne kadar Akdeniz ile ilgili Meda, Life, Avicenne projeleri gibi projelerle ilişkilerimiz devam etti. Hasan Bey'e geçmişten bugüne kadar AB'de bize ne kadar destek sağlanmıştır diye sordum. Tahmini olarak bir değer verdi bana "100 milyon Avro'luk bir destek sağlanmıştır" dedi. Bununla Ankara'da bakanlık bünyesinde çevre laboratuvarları kurulmuştur ve çeşitli projeler yapılmıştır. Bunlardan birisi de Marmara Havzası Çevre Master Planıdır. Ama bizim AB'ye uyumumuzda çok sayıda AB direktifini dikkate almamız lazım. Mesela Su Çerçeve Direktifi'nin 20 tane yönetmeliği var. Bunlardan bazıları çıktı, bazıları çıkacak, bazılarında da sorunlarımız var. Efendim ben bu konularda uzun süre konuşabilirim. Fakat benden çok panelistlerin konuşması lazım. Ben sözü Hasan Bey'e veriyorum. Prof. Dr. Hasan Zuhuri Sarıkaya: Teşekkür ederim sayın başkan, değerli katılımcılar. Hepinizi saygı ile selamlıyorum. Hepinizin bildiği üzere ortaklık katılım belgesi Avrupa Komisyonu'nun teklifi ve Avrupa Konseyi'nin kabulü ile 9 Kasım tarihinde revize edilmiş şekli ile daha yeni yayımlandı. Aslında bu yeni bir doküman değil. 2001'de ilk katılım ortaklığı belgesi hazırlandı. Mayıs 2003'te revize edildi. Şimdi Kasım 2005'te tekrar gelişen şartlara göre katılım ortaklığı belgesi revize edildi. Katılım ortaklığı belgesi, kısa ve oıta vadede olmak üzere önümüze bazı hedefler koymaktadır. Tabi çevre ile ilgili kısmı bizi ilgilendirmekte. Kısa vadede uyumlaştırma, orta vadede ise uyumlaştırma ve uygulama yönünde hedefler konulmakta. AB tarafından, ülkelerin katılım ortaklığı belgesine istinaden hazırladıkları (ki biz de böyle bir ulusal program hazırladık. 2003 de revize edildi.) ulusal programa uygun olarak işlerin, icraatların yapılıp yapılmadığını denetlemenin bir yolu da ilerleme raporları. 2002, 2003, 2004 ve en son 2005 yılı ilerleme raporu da yayınlandı. Çevre ile ilgili kısmını değerlendiriyoruz. İlgili diğer kurumlar da değerlendiriyorlar. Sadece bizim Bakanlığın üzerine düşen görevler değil bunlar. Diğer bakanlıklar, mahalli idareler gibi onların üzerine düşen görevler de var. Olumlu olan kısımlar da var. Yetersiz görülen kısımlar da var. Bunları böyle alt alta koyduğumuz zaman uzun bir liste oluşturuyor. Tabi bunların üzerinden bu kısa zamanda geçmemiz mümkün değil. Ancak özetle şunu söyleyeyim. Mevzuatın uyarlanması veya mevzuatın yansıtılması konusunda biz ulusal programa uygun olarak hareket ediyoruz. Sıkıntı çekilen birkaç husus var. Bu üç husus; Türkiye'nin çevre açısından biraz zorlanacağı "Su Çerçeve Direktifi", bu direktifin sınır aşan sularla ilgili kısmı. Türkiye'nin biliyorsunuz bilhassa Güneydoğu Bölgesi, Dicle Fırat bölgesinde sınır aşan sular üzerindeki egemenlik hakları ile ilgili ve bu hakların paylaşılması ile ilgili önemli çekinceleri var. Türkiye o noktada biraz daha bunu ötelemek istiyor uyumlaştırma veya uygulama noktasında. İkincisi, sınır aşan ÇED. Espoo sözleşmesi diye geçiyor. Bizim yapmış olduğumuz bir yatırımın diğer komşu ülkelere olan etkilerinin tartışıldığı ve gündeme getirildiği yine hemen hemen aynı mülahazalarla. Türkiye buna taraf değil ve biraz ötelenmiş olarak gündemin1ize gelecek ikincisi bu. Üçüncüsü, bilgiye erişim sözleşmesi, Aarhus sözleşmesi ki, bizim biliyorsunuz bilgiye erişim kanunumuz çıktı. Ama, ülke sınırları içerisindeki insanların her türlü bilgiye, çevresel bilgi ele dahil olmak üzere erişim hakkı veren bir düzenlemedir. An1a, sınırlarımız dışındaki insanların bilgiye erişimi ve yargıya başvurması hakkı, Aarhus sözleşmesi ile tarif edildiği şekilde henüz ülkemiz tarafından kabul edilmiş bir husus değil. Türkiye de özel şartlar itibariyle bunları zaman içerisinde içselleştirecek, zaman içerisinde uygulayacaktır. Belki bunlara bir dördüncüsünü ilave edebiliriz o da Kyoto Protokolü ile ilgili. İlerleme raporlarında hep bu söyleniyor, Türkiye daha henüz Kyoto Protokolü'ne taraf olmamıştır diye. Türkiye Kyoto Protokolü'ne taraf olmadı. Yakın bir zamanda taraf olmayı ela düşünmüyor. Ama AB müzakereleri, önümüze belirli bir takvim koyacak. Hatırlayacaksınız Mayıs 2004'te Türkiye 189. ülke olarak Birleşmiş Milletler Çerçeve İklim Değişikliği Sözleşınesi'ne taraf oldu ve bu taraf olmanın bir gerekliliği de ulusal bildirim raporunun hazırlanması. GEF, UNDP kanalı ile bir projeyi ağustos ayında başlattık. Oradan alınan para aslında çok fazla bir para değil. Ama, bu işte Enerji Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, TÜBİTAK, vs. proje paketleri oluşturuldu. Bunun sonucunda 2006 yılında İklim Değişikliği Sekreteıyası'na ulusal bildirim raporumuzu sunacağız. Bu çalışma kapsamında "İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşınesi"nin bir ilkesi var, "Ortak fakat farklı sorumluluk". Türkiye OECD ülkesi olmasına rağmen EK 1 listesinde yer alıyor. Ek 2 listesi AB ve OECD ülkelerinden, yani zenginler kulübündeki ülkelerden oluşur. Ek 1 listesi ise gelişmekte olan ülkeleri, ekonomisi geçiş sürecinde olan eski Doğu Bloğu ülkelerini de içine alan bir kategoridir. SU VE ÇEVRE TEKNOLOJİLERİ • SAYI 5 [3D
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=