38 SU VE ÇEVRE TEKNOLOJİLERİ • 07 / 2025 iki su kütlesinden oluşur. Üst akıntı, Karadeniz’den gelen daha az tuzlu suyun hareketiyle şekillenirken, alt akıntı ise Akdeniz kökenli, daha tuzlu ve yoğun suların hareketidir. Ne yazık ki bu alt akıntının en iyi şartlar altında bile yalnızca %10’luk bir kısmı Karadeniz’e ulaşabilmekte; kalan büyük hacim ise Marmara Denizi içinde uzun süre hapsolmaktadır. Bu özgün yapıya rağmen, Marmara Denizi yaklaşık 30 yıldır sistematik şekilde, çevresindeki pek çok ilden kaynaklanan ve çoğunluğu yalnızca fiziksel arıtma (ön arıtma) yapılan atık suların derin deniz deşarjı ile kirletildiği bir alana dönüştürülmüştür. Ön arıtma tesislerinde yalnızca atık su içindeki iri ve çökelebilen katı maddeler uzaklaştırılmakta, biyolojik veya kimyasal kirlilik yüküne müdahale edilmemektedir. İstanbul’da toplanan atık suyun yaklaşık %43’ü bu şekilde ön arıtma tesislerinden geçirilerek Marmara Denizi’ne deşarj edilmektedir. Bu durum, denizin taşıma kapasitesinin ve kendi kendini temizleme potansiyelinin aşılmasına yol açmış, özellikle çözünmüş oksijen miktarının düşmesiyle birlikte başta müsilaj olmak üzere pek çok ekolojik kriz ortaya çıkmıştır. Bu sorunun en ağır boyutlarından biri de dünyanın en kirli nehirleri arasında gösterilen Ergene Nehri sularının, zaman zaman arıtma sistemleri by-pass edilerek ya da yetersiz arıtılarak Marmara Denizi’ne derin deniz deşarjı yöntemiyle bırakılmasıdır. Buna İstanbul’un ileri biyolojik arıtma oranının yetersizliği, Marmara Bölgesi’nde hızla artan endüstriyel tesislerin kontrolsüz deşarjları ve tarımsal yüzey akışları da eklenince, Marmara Denizi ekosistemi bugün geri dönüşü son derece güç bir çöküş sürecine girmiştir. Son yıllarda yaşanan müsilaj (deniz salyası) olayı, bu krizin kamuoyunda görünür hale gelen yüzü olmuştur. Ancak bu yalnızca buzdağının görünen kısmıdır. Denizin çözünmüş oksijen miktarı pek çok bölgede sıfıra yaklaşmış, deniz tabanında çamurlaşma ve toksik maddelerin birikimi artmış, balık popülasyonları ve denizel biyolojik çeşitlilik ciddi biçimde zarar görmüştür. Yüzeyden yapılan müsilaj temizliği geçici bir çözüm olmanın ötesine geçememekte, köklü arıtma politikaları uygulanmadığı sürece ekosistem giderek tükenmektedir. Marmara Denizi’nin sonu daha fazla yaklaşmadan, üzerindeki kirlilik yükünü artıracak proje ve faaliyetlerden vazgeçilmeli, petrol arama izni iptal edilmeli ve deniz için rehabilitasyon çalışmaları yapılmalıdır. SONUÇ VE DEĞERLENDIRME İstanbul’un atık su yönetim sistemi; hızla artan nüfus, sanayileşme, değişen kentleşme dinamikleri ve Marmara Denizi ekosisteminin son yıllarda yaşadığı ciddi bozulmalar dikkate alındığında, mevcut haliyle sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Özellikle sanayi kuruluşlarının bu bölgede yoğunlaşması ve bu kuruluşlarının proses sonucu çıkan endüstriyel atık sularını yönetememesi ciddi çevre sorunlarına sebep olmaktadır. Endüstriyel atık sularının arıtılamaması mevcut kentsel atık su arıtma tesisleri için de ilave kirlilik yükü oluşturduğundan arıtma verimliliğini de düşürmektedir. Sanayi kuruluşlarının faaliyetleri sonucu ortaya çıkan proses atık sularının niteliğine uygun şekilde kimyasal ve biyolojik olarak arıtılması ve bunun sürekli denetiminin yapılması gerekmektedir. İstanbul’daki mevcut atık su arıtma altyapısı, Marmara Denizi’nin güncel çevresel durumu ve kentsel nüfusun hızla artması karşısında yetersiz kalmaktadır. Özellikle azot ve fosfor gibi çevresel etkisi yüksek kirleticilerin arıtımı için gerekli ileri biyolojik arıtma sistemlerinin kapasitesi, kentin ihtiyacının oldukça gerisindedir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde İstanbul’daki atık su arıtma kapasitesinin büyük kısmının ileri biyolojik arıtma prosesleriyle donatılması zorunludur. Yeni inşa edilecek tüm tesislerin azot ve fosfor giderimi yapabilen sistemlerle planlanması ve mevcut tesislerin ise öncelikli olarak ileri biyolojik arıtma sistemlerine RAPOR
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=