Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi 18. Sayı (Ocak-Şubat 2008)

sı konusunda genel olarak işletmelerin kamuda olmasından kaynaklı verimsizlik kanıtlanamamıştır. Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Manila ve Cakarta gibi özelleştirme politikalarının uygulandığı farklı ülkelerin deneyimlerini bir arada değerlendiren araştırmalar, kamu ve özel sektör hizmet sunucuları arasında kayda değer bir fark saptayamamıştır. Hatta özel sektör işletmelerinin, sızıntı ve kaçak su kullanımı sorunu ile baş etmek konusunda kamu işletmelerinden daha kötü bir performans sergiledikleri ortaya çıkmıştır. Bu noktada su hizmetlerinin özelleştirilmesinin su sorununda tek çözüm olarak sunulmasının ve bu yönele geliştirilen politikaların yegane dayanağı olan verimlilik olgusu ela çürütülmüş olmaktadır. Özelleştirme yalnızca insanların demokratik çevre haklarını engellememekte, aynı zamanda çalışanları ve çalışma haklarını ela etkilemektedir. Jeffrey Skilling, Enron Şirketi'nin Yönetim Kurulu Başkanı 1997'de bir endüstri konferansında açıkça "Maliyeti %50-60 oranında azaltmalısınız, işçilerden kurtulun; onlar işleri yüzüne gözüne bulaştırırlar" demiştir. Tüm dünya genelinde kamu sistemleri 1000 su bağlantısı başına beş ila on çalışan istihdam ederken özel şirketler iki ila üç çalışan istihdam etmektedir. Bunun yanında özel işletmeciler yerel ve yabancı çalışanları için ayrı ücret skalaları uygulamaktadır. Özel şirketlerin kar amacıyla yürüttükleri su hizmetleri pek çok yerele iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmadığı, işçilerin çalışma koşulları ve hayatlarının hiçe sayıldığı örneklerde kendini açıkça göstermektedir. Türkiye'de Durum Ülkemizin ekonomik olarak kullanılabilen su miktarı, yıllık çekilebilen 12,2 km3 yeraltı suyu ve yıllık tüketilebilen 95 km3 yüzey suyu olmak üzere toplam 107,2 km3 tür. Kullanım amaçlarına göre suyun % 74'ü sulama suyu, % l61sı içme-kullanma suyu, % l0'u ise endüstriyel kullanım suyu olarak değerlendi- ~ SU VE ÇEVRE TEKNOLOJİLERİ• SAYI 18 rilmekteclir. Kişi başına düşen su miktarı 1995 yılında 8500 m3 iken, 1990'cla 3625 m3'e 2000'cle 3250 m3'e gerilemiştir. 2025 yılında bu değerin 2186 m3'e kadar ineceği tahmin edilmektedir. UNEP'in Raporu'na göre dünya ortalaması 7000 m3 olarak belirlenmiş olup, Türkiye 2006 yılı itibarı ile kişi başına 1430 m3 tatlı su kaynağı ile düşük sınıfta yer almaktadır. Su kaynaklarının yönetimi ve planlanmasına dair yaşanan sorunlar, son 10 yılda Dünya Bankası ve uluslararası su tekellerinin ülkemiz su yönetimini belirleyen ticari girişimleri, nüfus artışı, kentleşme ve sanayileşme olgularına bağlı olarak artan su tüketim değerleri dikkate alınclığıncla, nicelik açısından yenilenebilir tatlı su kaynaklarında bir azalma ile karşı karşıya kalındığı açıktır. Bunun yanı sıra su kaynaklarında aşırı çekim sonucu sahil kesimlerinde yeraltı suyu tuzlanması, tarımsal faaliyetlerde kullanılan kimyasallar ile evsel, endüstriyel atıklar nedeniyle kirlenme yaşanmakta, su kaynaklarının nitelik açısından korunması gereği ortaya çıkmış bulunmaktadır. Uluslararası çevre hukuku, uluslararası sözleşmeler, ülkemizin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56. Maddesi, "çevreyi geliştirmeyi, çevre sağlığını korumayı, herkesin eşit ve yeterli yaşam koşullarına sahip olmasını ... " güvence altına almaktadır. Ancak en başta çevre ve su hakkını özel sektör işletmeciliği hakkı olarak sunan yeni anayasa taslağı olmak üzere su havzalarına yönelik bir dizi olumsuzluk içeren Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği, Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği, 2A ve 2B Alanlarının satışı ile ilgili düzenlemeler su kaynaklarımızın yok edilmesine hizmet etmektedir. Diğer yandan ülkemizde son dönemde gündeme gelen, özellikle İstanbul ve Ankara'cla su kaynaklarının tükenmesi yönünde kaygı yaratan en önemli sorun olarak küresel iklim değişikliği ön plana çıkarılmıştır. Büyük şehirlerin susuz kalmasının ve kuraklığın nedeni hükümet ve yerel yöneticiler tarafından küresel iklim değişikliğine bağlanmıştır. Oysa ülkemizin 8 - 10 yılda bir dönemsel ve bölgesel kuraklığa uğradığı yetkililerce dile getirilmekte; dünyada ve ülkemizde küresel iklim değişikliğini tetikleyecek birçok neden olduğuna dikkat çekilerek daha temkinli davranılması önerilmektedir. Örneğin Ankara'da yaşanan su sıkıntısının arka planında, şehrin uzun dönem su ihtiyacının hesa plamalarıncla kentin yeşillenmesi, araç sayısının geometrik hızla çoğalması, bahçeli ev sayılarındaki patlama, eğitimi ve kültür düzeyi yükselen toplumlarda su tüketiminin artma eğilimi vb. gibi koşullar yeterince cleğerlenclirilmemesinin yanında şebekelerde % 50'ye varan kayıplar ve mevcut içmesuyu havzalarında yeterli suyun depolanmayarak boşa akıtılması bulunmaktadır. İstanbul'da ise yasal olmayan, kontrolsüz yapılaşma ve sanayileşme ile kirletilen içmesuyu havzalarının İstanbul'un su ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmesi ile birlikte 180 km uzaklıktaki Melen Çayı havzasından su getirme projesinin yapımına başlanılmıştır. GAP'tan sonra ülkemizin en büyük projesi olarak tanımlanan proje, yüksek yatırım maliyetli olup Japon Hükümeti kredi kuruluşundan alınan krediler yardımıyla yürütülmektedir. Kredilerin geri ödemesi 2004 yılında başlamış ancak henüz proje tamamlanamamıştır. Diğer yandan İstanbul'un acil su ihtiyacının karşılamak üzere İstanbul halkına yine yüksek su fatura bedellerine mal olacak deniz suyunun arıtılarak içmesuyu elde edilmesi projesi gündeme getirilmiştir. Su Yönetiminde Yeni Yapılanmalar Su hizmetlerinin kamu hizmeti olmaktan çıkarılması için ilk adım 1981 yılında çıkarılan 2560 sayılı İSKİ yasasının ile T.C. Maliye Bakanlığı'nın iznine bağlı olarak uluslararası kuruluşlara borçlanabilme olanağının ela sağlanması olmuştur. Böylece su ve kanalizasyon

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=